Uçmak için kanata gerek yok, büyük, çok düşün, büyük resmi gör yeter.
Şafak söküyor. Gün ışığı pencereyi geçerek yüzümü ısıtıyor, uyanıyorum. Sabah olmuş. Korkunç kelimesinin yetersiz kaldığı, tarifi zor bir geceydi. Her şeyin bir rüya olmasını istercesine, yavaş yavaş, gözlerimi korkarak açıyorum. Keşke yaşadıklarım bir rüya olsaydı. Karanlığına sığındığım, eski püskü eşyaların olduğu, fakir bir evin yatak odasındayım. Yaşamak için saklanıyorum... Delik deşik duvarda ev sahiplerinin fotoğrafı var. Yedi kişilik gülen yüzlerin olduğu mutlu bir fotoğraf. Sanki ilk kez fotoğraf çektirmişler gibi... Bir süre fotoğraftakileri tek tek inceliyorum. Bir çay bahçesinde çekilmiş. Karım ve çocuğum ile son gittiğimiz askeri tatil kampımıza yakın bir yerde... Şansa bak. Belki bu aile ile aynı denize girdik, aynı çay bahçesinde çay içtik. Ne kadar ilginç, bunu daha önce hiç düşünmemiştim. Kurşunlarımın duyguma tercüman olduğu bu bölgenin insanları ile aynı bardaktan belki de çay içtim. Yaşıyorlar mı acaba? Belki de ben öldürdüm bazılarını... Hayır! Neler düşünüyorum ben? Ben bir askerim, onlar ise düşman.
Hafiften doğruluyorum. Postalları ayağımdan atıyorum. Odanın her yeri camlarla dolu. Kurşun izlerinin sıcaklığı, çatışmanın şiddetini yüzüme vuruyor. Yıkık şehrin görüntüsü, pencereden içeri bana bakıyor. Neredeyim ben? Bir an yabancılaşıyorum hayata. Belki de son günüm bu hayatta... Hafif suçluluk hissi ile irkiliyorum. Çıkmak istiyorum bu cehennemden.
Düşünceler yaralıyor bedenimi. Kurtulmayı isterken, ölümü hakettiğimi düşünmeye başlıyorum. Nereden geliyor bu düşünceler? Hayatımın büyük bir kısmını bu fotoğraftaki insanlardan nefret ederek geçirdim. Saklandığım bu evde, şimdi o insanların ruhlarından affedilmeyi bekliyorum sanki. Çatışma sesleri odamı kaplıyor. Şafak operasyonları başlıyor. Düşman bölgesinin ortasında sıkışmış bedenim, ruhum ile çatışma halinde iken yaşam isteği kulaklarımı büyütüryor. Düşmanın yaklaştığını duyuyorum, yakalanma hissi iliklerime kadar işliyor. Muhteşem bir korku doluyor hücrelerime. Her an kapı açılacak ve beni öldürecekler. Kaç kişi öldürdüm bilmiyorum. Son hatırladığım, pervasızca tetiğe basışlarım. İşaret parmağımın üzerindeki yaradan bunu daha iyi anlıyorum. Tam bir delilik hali. Ölüm korkusundan, öldürmenin vermiş olduğu muhteşem saldırganlık hissi...
Tüm ömrümü öldürmek üzerine eğitim alarak geçirmiştim. Ama şimdi nedenlerini düşünüyorum. Yorgun bedenimi biraz dinlendirmek için yatağa uzandım. Savaş seslerini bir an susturmak için gözlerimi kapatıp hayal kurmak istiyorum. Burada olmak istemiyorum, hayal kurarak uzaklaşmayı deniyorum. Nerde hayal edersem ordayım aslında...Kumsaldayız. Eşim ile oğlum yanımda. Güneş ısıtıyor içimizi, deniz berrak, çocuklar oynuyor. Oğlum ile denize doğru koşuyoruz. Yüzmeyi öğreteceğim ona. Omzuma alıyorum denize giriyoruz... Büyük bir patlama sesi ile gözlerimi açıyorum. Bir tank, yakınlarda bir evi vurdu. Hayalimden uyanıyorum. Tepemdeki avize salıncak gibi sallanıyor. Oğlum aklıma geliyor. Salıncakları çok sever. Keşkeler ile başlayan cümleler kurmak istemiyorum. Fakat hiç sorgulamadığım hayatı, şimdi düşünmeye başlıyorum. İçimde bir deli, sorular soruyor bana. Kim bu? Biz kimiz? Ne için yaşıyoruz? Bizi kandırmış olabilirler mi? Aralıksız hızla cevap veriyorum kendime. Yok, olamaz! Biz askeriz! Bunları düşünemeyiz! Fakat fotoğraftaki insanlar sanki tanıyorum. Bir daha bakıyorum. Gülüşleri içimi ısıtıyor. Sanki hepsi bana bakıyor, benimle konuşuyorlar. Bir şey anlatıyorlar.
Büyük bir gürültü ile alt kapı açılıyor. Geliyorlar! Olamaz! Ne yapacağım şimdi? Mermim yok! Teslim olsam? Hayır, öldürecekler beni. Ölmek istemiyorum. Hemen yataktan kalkmalıyım. Geliyorlar. Olamaz, şimdi ölemem! Daha oğluma yüzmeyi öğretecektim. Son tatilimizde söz vermiştim. Ben sözünü tutan bir babayım!
Hızla yataktan fırlıyorum. Kapıyı kırarak iki keleşli düşman içeriye giriyor. Adeta zaman yavaşlıyor. Göz göze geliyoruz. Yirmili yaşlarda bir yağız bir oğlan, kalın kaşlı, uzun bir burnu olduğunu, ağzını kapattığı puşideki boşluktan anlıyorum. Silahını bana doğrultuyor. Nefreti, gözünde görebiliyorum. Gözüm ile yapma dercesine saniyelerce yalvarıyorum. Tereddüt etmeden tetiğe basıyor. İki el... Kurşunlardan biri kalbimin yanından geçiyor, biri midemi vuruyor. Acı ile yere düşüyorum. Gözlerim tavanda. Kanım oluk oluk akıyor. Bir kez daha göz göze gelmek istiyorum. Çocuğun gözünde ailesini görüyorum. İntikam ateşi ile yanıyor. Ağzıma kan geliyor... ölüyorum... Ölüyorum!
Ruhum ayrılıyor. Yerde yatan bedenimi görüyorum. Düşman, ganimetin peşinde, işlerine yarayacak bir şeyler arıyorlar. Aciz ve kanlar içindeyim. İnsan öldükten sonra görürmüş bedenini, hasta yatağımda ölmek isterdim. Korkunç görünüyorum...Hafifliyorum. Yükseliyorum. Ruhum evden çıkıyor. İlk gördüğümde hayran olduğum bu şehir, enkaz halinde! Çarşıyı görebiliyorum. Oradan eşime kolye almıştım bölgenin ünlü taşından siyah bir kolye, döndüğümde geri vereceğini söylemişti. İz bırakana kadar o kolyeyi çıkartmayacaktır. Şimdi kurşundan delik deşik, savaşı tepeden izliyorum. Artık kimin kazanacağı umurumda bile değil. Hafifliyorum. Yükseliyorum. Tüm coğrafyayı görebiliyorum artık. Yolculuk nereye bilmiyorum. Ama, yükseldikçe seviyorum. Ölmek böyle bir şeymiş. İçimde bilmediğim bir duygu, yükseldikçe büyüyor, O’na gidiyorum. Ülkeyi görüyorum. Ne kadar büyük! Neyi paylaşamadık biz? Sorguya çekilir gibiyim. Sorgulayan da, soran da benim artık...
Atmosferden çıkıyor ruhum. Tarif edilemez bir sessizlik. Dünyayı uzaydan görüyorum. Masmavi cennet gibi bir yer. Ne kadar da büyükmüş! Hayatımı ne için harcadığımı görüyorum. Korkunç bir pişmanlık, kelimelerin yetmediği bir acı hissediyorum. Olamaz...
O kadar yapılacak şey varken ben birilerine düşman olmayı, birilerini kendime düşman görmeyi seçtim. Yolculuk boyu hayretim ve sevgim artıyor. Ne kadar da körmüşüm. Uzayı hiç böyle bilmezdim. Ne kadar büyük! Gezegenler ne kadar çok! Ufak bir ışık tanesi olarak bilirdim hepsini. Şimdi ise yanlarından geçiyorum... Galaksiden çıkıyorum. Ne kadar küçükmüş dünya buradan bakınca. Aman Allah’ım! Ne yaptım ben? Keşke zamanı geriye alabilsem... Sonsuz bir ışığa doğru gidiyorum. Ufaldıkça ufalıyor. Artık göremiyorum dünyamızı. Milyarlarca gezegen, milyarlarca galaksi! Ağlamak istiyor, ağlayamıyorum. Evren o kadar büyük ki! Bunu anlatamam...
Buradan bakınca incir çekirdeğinden bile küçük bir dünyada, küçük bir coğrafyada, küçücük meseleler yüzünden öldürdüm, öldüm! Ölünce anlarmış ya insan hayatı, işte şimdi anlıyorum... Güç için silahım ile savaştım. Asıl gücün sevmek olduğunu şimdi anladım. Bir olmak varken, yakınlaştıkça ayrılmışız.
Öyle bir yerdeyim ki... Kelimelerin anlamsızlığı içinde, susmayı tercih ediyorum. Varlığım ve benliğim yok. Saf bir sonsuzluktayım... Taşıyıp, aktarabileceğim tek şey sevgi. Büyüleyici bir ışığın içinde uyuyorum...
Güzel bir Pazar sabahı, şehir hastanesinde bir bebek doğdu.
Comments